- Katılım
- Ocak 16, 2025
- Mesajlar
- 214,390
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 36
Tavuk yumurta hikâyesi hemen her konuda karşımıza çıkıyor.
Eğitimde yaşananların özeti de şu:
Çarpık eğitim sistemi mi bizi bu hale getirdi yoksa eğitim sistemini içinden çıkılamaz hale getiren bizler miyiz?
Her iki konuda da yüzlerce argüman ortaya konulabilir ve hemen herkes kendisini haklı görebilir. Can alıcı soru da şu:
Herkes haklıysa, eğitim sistemimiz neden bu halde, daha da önemlisi neden hiç kimse eğitimden memnun değil?
Her konuda olduğu gibi eğitimde de müthiş bir güven erozyonu yaşanıyor.
Atılan her adımı sorgular hale geldik.
Yapılan ya da yapılması öngörülen icraatların ne kadarı samimi ne kadarı adil ve ne kadarı liyakate dayalı? Örneğin öğretmen atamalarından, kadro dağılımından, sınavlardan, mülakattan ne kadarımız memnun?
Eğitime yeni çeki düzen vermek isteyenlerin samimiyeti, öğretmen atama takvimiyle, verilecek kadro sayısıyla, yeni müfredat programıyla, mülakat konusunda atılacak adımlarla, branşlara ve ders dağılımındaki adaletleriyle ve en çok da sınav odaklı eğitimden yaşam odaklı eğitime yönelik tutum ve davranışlarıyla ortaya çıkacaktı yani dünün yanlışlarından kurtulunacak mı yoksa aynen yola devam mı edilecekti? Değişen bir şey olmadı.
Peki, ileriye yönelik pozitif yönde bir gelişme söz konusu mu? Bu olaylara nereden baktığınıza göre çok farkındalık gösteriyor.
MEB ısrarla attığı her adımın başta ülkemiz olmak üzere tüm eğitim paydaşlarının yararına olduğunu söylüyor, diğer paydaşlar ise tam aksini iddia ediyor…
Peki, dışardan tarafsız bir gözlemci olarak bakıldığında görünen tablo nasıl?
Karmaşık hem de çok karmaşık. Ortada tek taraflı bir dayatma olduğu kesin. Oysa eğitimin özü tüm tarafların ortak iradesine bağlı.
Öğretmenin, öğrencinin, velilerin benimsemediği bir sistemin sürdürülebilir olması mümkün değil!.. Bu konuda o kadar çok örnek yaşandı ki hiç ama hiç ders almıyoruz.
Bırakın iktidar değişimini, aynı iktidarın bakanları değiştiğinde bile eğitimde köklü değişiklikler oluyor… Müsteşar ya da bakan yardımcısı iken altına imza attıkları projeleri çöpe atan çok bakana şahit olduk.
Devamlılık yok oldu!
Devlet geleneğinde devamlılık esastır.
Karar alınırken, projeye başlanırken nasıl aceleye, oldubittiye getirilmemesi gerekiyorsa, bir projeye son verilirken de ani kararlar vermemek gerekir. “Önemli olan hızlı karar alınması, hata ya da eksik varsa göç yolda düzelir” mantığı ile hareket eden bir kültüre sahip olduğumuz için bazen amaçlanan hedeflerin çok dışına çıkılabiliyoruz.
İşte bu noktada samimiyet, liyakat ve adalete bakılır. Eğer o konuda beklentileri karşılayan bir durum söz konusu ise daha tolere edici olunabiliyor ama söz konusu hedefler göz ardı ediliyorsa atılan adımlara destek beklemek hayalin ötesine geçmiyor.
Güncel konularda MEB ciddi bir sınavdan geçiyor. Örneğin uzun süreden sonra ilk kez 25 bin kadro açıklandı ama onun da 10 bini geleceği belirsiz Öğretmen Akademisi için ayrıldı. Geriye kalan 15 bin kadronun atama bekleyen bir milyona yakın öğretmen için yeterli olduğunu söylemek abartılı olur. Üstelik 100 bin civarında kadro açığı varken. Üstelik kadro dağılımında aslan payı yine belli kadrolara ayrılmışken!..
Ortak akıl şart
Sık sık söz edilen ama bir türlü gerçekleşmeyen ortak aklı çocuklarımız ve ülkemizin geleceği konusunda göstermeyeceğiz de hangi konuda göstereceğiz?
Daha önce de defalarca dile getirdik ama
bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Anayasa değişikliği de dahil pek çok konuda ortak akıl üretmek istiyorsak bunun ilk uygulaması eğitimde gerçekleştirilmeli.
Eğitimde sağlanacak uzlaşma kültürü diğer tüm alanlara da yansıyacak ve en zor konulara bile daha toleranslı bakmanın yolu açılacaktır.
Eğitimde olduğu gibi diğer zor konularda alınacak kararlar, sadece mevcut iktidarları ve nesilleri değil çok sonraki yılları da ilgilendirdiği için ortak akıl şart. Bunu gerçekleştirmediğimiz sürece yap-boz’dan kurtulamayız.
Nitekim kurtulamıyoruz da!
Bırakın iktidar değişikliğini aynı iktidarın
bir sonraki bakanlarının ilk icraatı, artık kendinden önce yapılanları kötülemek ve yapılanları çöpe atmak olmamalı!
Özetin özeti: Birbirimize inanmadan, güvenmeden, ortak değerlerde buluşmadan atacağımız her adım, boşa zaman kaybı ve yeni bir güven erozyonu yaratmanın ötesine geçmeyecektir...
Eğitimde yaşananların özeti de şu:
Çarpık eğitim sistemi mi bizi bu hale getirdi yoksa eğitim sistemini içinden çıkılamaz hale getiren bizler miyiz?
Her iki konuda da yüzlerce argüman ortaya konulabilir ve hemen herkes kendisini haklı görebilir. Can alıcı soru da şu:
Herkes haklıysa, eğitim sistemimiz neden bu halde, daha da önemlisi neden hiç kimse eğitimden memnun değil?
Her konuda olduğu gibi eğitimde de müthiş bir güven erozyonu yaşanıyor.
Atılan her adımı sorgular hale geldik.
Yapılan ya da yapılması öngörülen icraatların ne kadarı samimi ne kadarı adil ve ne kadarı liyakate dayalı? Örneğin öğretmen atamalarından, kadro dağılımından, sınavlardan, mülakattan ne kadarımız memnun?
Eğitime yeni çeki düzen vermek isteyenlerin samimiyeti, öğretmen atama takvimiyle, verilecek kadro sayısıyla, yeni müfredat programıyla, mülakat konusunda atılacak adımlarla, branşlara ve ders dağılımındaki adaletleriyle ve en çok da sınav odaklı eğitimden yaşam odaklı eğitime yönelik tutum ve davranışlarıyla ortaya çıkacaktı yani dünün yanlışlarından kurtulunacak mı yoksa aynen yola devam mı edilecekti? Değişen bir şey olmadı.
Peki, ileriye yönelik pozitif yönde bir gelişme söz konusu mu? Bu olaylara nereden baktığınıza göre çok farkındalık gösteriyor.
MEB ısrarla attığı her adımın başta ülkemiz olmak üzere tüm eğitim paydaşlarının yararına olduğunu söylüyor, diğer paydaşlar ise tam aksini iddia ediyor…
Peki, dışardan tarafsız bir gözlemci olarak bakıldığında görünen tablo nasıl?
Karmaşık hem de çok karmaşık. Ortada tek taraflı bir dayatma olduğu kesin. Oysa eğitimin özü tüm tarafların ortak iradesine bağlı.
Öğretmenin, öğrencinin, velilerin benimsemediği bir sistemin sürdürülebilir olması mümkün değil!.. Bu konuda o kadar çok örnek yaşandı ki hiç ama hiç ders almıyoruz.
Bırakın iktidar değişimini, aynı iktidarın bakanları değiştiğinde bile eğitimde köklü değişiklikler oluyor… Müsteşar ya da bakan yardımcısı iken altına imza attıkları projeleri çöpe atan çok bakana şahit olduk.
Devamlılık yok oldu!
Devlet geleneğinde devamlılık esastır.
Karar alınırken, projeye başlanırken nasıl aceleye, oldubittiye getirilmemesi gerekiyorsa, bir projeye son verilirken de ani kararlar vermemek gerekir. “Önemli olan hızlı karar alınması, hata ya da eksik varsa göç yolda düzelir” mantığı ile hareket eden bir kültüre sahip olduğumuz için bazen amaçlanan hedeflerin çok dışına çıkılabiliyoruz.
İşte bu noktada samimiyet, liyakat ve adalete bakılır. Eğer o konuda beklentileri karşılayan bir durum söz konusu ise daha tolere edici olunabiliyor ama söz konusu hedefler göz ardı ediliyorsa atılan adımlara destek beklemek hayalin ötesine geçmiyor.
Güncel konularda MEB ciddi bir sınavdan geçiyor. Örneğin uzun süreden sonra ilk kez 25 bin kadro açıklandı ama onun da 10 bini geleceği belirsiz Öğretmen Akademisi için ayrıldı. Geriye kalan 15 bin kadronun atama bekleyen bir milyona yakın öğretmen için yeterli olduğunu söylemek abartılı olur. Üstelik 100 bin civarında kadro açığı varken. Üstelik kadro dağılımında aslan payı yine belli kadrolara ayrılmışken!..
Ortak akıl şart
Sık sık söz edilen ama bir türlü gerçekleşmeyen ortak aklı çocuklarımız ve ülkemizin geleceği konusunda göstermeyeceğiz de hangi konuda göstereceğiz?
Daha önce de defalarca dile getirdik ama
bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Anayasa değişikliği de dahil pek çok konuda ortak akıl üretmek istiyorsak bunun ilk uygulaması eğitimde gerçekleştirilmeli.
Eğitimde sağlanacak uzlaşma kültürü diğer tüm alanlara da yansıyacak ve en zor konulara bile daha toleranslı bakmanın yolu açılacaktır.
Eğitimde olduğu gibi diğer zor konularda alınacak kararlar, sadece mevcut iktidarları ve nesilleri değil çok sonraki yılları da ilgilendirdiği için ortak akıl şart. Bunu gerçekleştirmediğimiz sürece yap-boz’dan kurtulamayız.
Nitekim kurtulamıyoruz da!
Bırakın iktidar değişikliğini aynı iktidarın
bir sonraki bakanlarının ilk icraatı, artık kendinden önce yapılanları kötülemek ve yapılanları çöpe atmak olmamalı!
Özetin özeti: Birbirimize inanmadan, güvenmeden, ortak değerlerde buluşmadan atacağımız her adım, boşa zaman kaybı ve yeni bir güven erozyonu yaratmanın ötesine geçmeyecektir...